Tulum

Tulum Tarihi

Doldur nefesinle, şişir tulumu
Nav üstünde parmakların titresin,
İster gelin çıkar, ister çal destan
Karadeniz dursun seni dinlesin.

Sarp yamaç dağların eteklerinden
Seyrilip de gitsin gurbete sesin…  (Y.Çelik)


Tulum, yoğun olarak Anadolu’nun kuzeydoğusunda, Rize’nin Çamlıhemşin ve Hemşin ilçelerinde çalınmakla beraber; Pazar, Ardeşen, Fındıklı ve Artvin’in Arhavi, Hopa, Borçka ve Şavşat ilçelerinde icra edilen nefesli bir saz olup yöresel bir çalgı aletidir. Bununla birlikte Karadeniz’in Kaçkar Dağları Etekleri’nin güney yamaçlarında kalan; Erzurum, İspir ve Ardahan’ın yüksek kesimlerinde de tuluma rastlanmaktadır. Ayrıca Karadeniz Bölgesi’ne bakıldığı zaman Trabzon’dan başlayıp Gümüşhane, Bayburt ve Sinop’a kadar tulumun seyrek bir şekilde yer bulduğunu görmekteyiz. Yukarıda saydığımız coğrafya içerisinde ise günümüzde hala en yoğun şekilde icrası sürdürülen yer ise Rize’nin Çamlıhemşin ilçesidir.

Türkçe tulum “deri kap” anlamına gelmektedir. 13. Yüzyıl öncesinde ilk kez Hakas Lehçesi’nde “tulug” formunda tespit edilmiştir. Bununla birlikte Lazcada tuluma “guda” yani oğlak derisi denmiştir. Buradan hareketle tulum, ismini gövde kısmını oluşturan oğlak veya keçi derisinden almıştır.  Ayrıca çeşitli dillerde tulum terminolojisi şu şekildedir;

  • Tulum (Türkiye)
  • Dankiyo, Zimpona (Pontus Rumcası)
  • Guda (Lazca)
  • Gayda (Bulgarca, Türkçe Trakya’da)
  • Gajde (Makedonya)
  • Parakapzuk (Ermenice)
  • Gudastvri (Gürcüce)
  • Chiboni (Gürcüce, Acaristan ve Artvin’de)
  • Shuvyr (Çerkez)
  • Sahbr, Shapar (Çuvaş Türkçesi)
  • Duda (Macarca)
  • Tulug (Azerice)

 

Tulumun ortaya çıkışı hakkında yapılmış kapsamlı bir tarihi araştırma henüz olmamasına nazaran, tulum hakkında çeşitli dergi, kitap ve makalelerde bu konu ile alakalı kısmen tahmini bilgiler yer almaktadır. Araştırmamıza konu olan tulum sazının menşei meselesi hakkında Çamlıhemşin-Hemşin yöresi kültür dairesi içerisinde yaşamış usta tulumcu ve horoncularla görüşme yapılmıştır. Bu görüşmeler ve daha önceleri yazılmış makaleler göz önünde bulundurulacak olursa; tulumun Orta Asya’dan Karadeniz topraklarına geldiğini düşünenlerin yanı sıra, bu sazın çok ilkel bir saz olup; Karadeniz bölgesinde özellikle Çamlıhemşin ve Hemşin kültür dairesi içerisinde şekillendiğini düşünenler de görülmektedir.

Tulumun ortaya çıkışı hakkında Tulum Ustası Bülent Bekâr; “Tulumun ortaya çıkış tarihini bulmak günümüzde neredeyse imkânsızdır. Çünkü genelde tarih yazıları savaşlar üzerine yazılmış, sanatsal etkinlikler ile müzik üzerine tarihin çok az yazıldığı görülmektedir. Müziğin, sadece büyük olaylarla, büyük savaşlarla, büyük milletlerin yaşantılarının içerisinde çok az görüldüğünü, tarihi araştırmalarda veya buluntularda müziğin çok fazla yer bulamadığını görmekteyiz. Bu nedenle çok sağlıklı bir şekilde, tulum şu veya bu tarihte ortaya çıkmıştır demek son derece yanlış olur. Şöyle demek daha uygun olacaktır; İnsanlığın varoluşuyla birlikte müzikte vardı ve tulum bu süreçte var olan bir çalgı aletidir.”

Bir diğer açıdan bakacak olursak; tulum Türkiye’de ve çeşitli varyasyonlar ile dünya üzerinde pek çok ülkede, özellikle de dağlık kesimlerde görülmektedir. Genel bir kanaat oluşturmak elbette mümkün değil; fakat Çamlıhemşin-Hemşin kültür dairesinde tulumun çok eski ve otantik bir saz olduğu düşünülürse; yöresinde icat edildiğini söylemek daha akılcı olacaktır. Çünkü tulum, şimşir ağacı, oğlak derisi ve toprak kamışının birleşmesiyle meydana gelir. Bu sebeple küçükbaş hayvancılığın ve toprak kamışının bulunduğu yerlerde kısmi veya yoğun olarak görülmektedir.

Tulumun, Orta Asya Bozkırlarından Karadeniz’e gelen bir Türk sazı mı, yoksa Hemşinliler ve Lazların yöresel bir çalgı aleti mi? olduğu sorusu, henüz antropolojik çalışmaların olmayışı ve tulum ustaların mutabakata varamamaları nedeniyle tartışmalı bir konu olarak kalmıştır.

Ayrıca tulum, kendine özgü bir fonetik yapıya sahiptir. Tulum, -sol, -la, -si, -do, -re, -mi şeklinde 6 ses ile notalanmış ve bir gamdan iki ses eksiktir. Aslında bu duruma bir eksiklik gözüyle bakmak son derece yanlış olacaktır. Çünkü tulum üzerinde perdelenmemiş olan iki ses; Hemşin yöresinde de bu seslerin olmayışındandır. Bir yörede ki çalgı aletinin ses özellikleri, o yörenin ses özellikleriyle birebir uyumlu olmak zorundadır.

Burada Tulum Ustası Yusuf Ziya Günay Hoca; “Tulumun kendine has olan özelliği, yöre kültürüne hitap eden seslerle sınırlı olmasındandır. Tulumda beş perde ve altı ses vardır, yedinci bir ses yoktur. Tulum, tamamen ana sesler üzerine kurulu bir sazdır.

Ayrıca 5/8'lik ezgilerin tümü, bu seslere eşlik ediyor. Kaçkar Dağlarının kuzey ve güney yamaçlarında tulumun çalındığı yörelerde 5/8'lik ezgilerin icra edildiği görülüyor.” demiştir.

Buradan yola çıkarak, Hemşin yöresinde ek seslere ihtiyaç duyulmuş olsaydı, elbette tulumun notaları geliştirilmiş bir şekilde 7 veya 8 sese karşılık gelebilirdi.

Pekâlâ, şunu belirtmekte fayda var: Tulum, yöresel bir sazdır ve tamamen kendi özelliklerini, otantik yapısını korumaktadır. Yörede de farklı seslere ihtiyaç duyulmamaktadır. Bu bağlamda bir saz için çok gelişmiş veya diğeri için gelişmemiş dememiz doğru olmayacaktır.

Ayrıca istenilirse tulum da geliştirilebilir; fakat bu kez eski otantik özelliklerini kaybetmiş olacaktır. Tulum Ustası Bülent Bekâr, konu hakkında şu görüşü dile getirmiştir: “Her çalgı aleti kendi yöresindeki müziğin ihtiyacını karşılayacak şekilde yani halk müziğinin ihtiyacını karşılayacak şekildedir. Eğer bu ihtiyacı karşılamazsa bir çalgı aleti, insanlar bu çalgı aletini yenileme ihtiyacı duyar ve geliştirirdi. Bizim sazımız, olması gereken son şeklindedir. Yani İlkel özellikler taşımakla beraber, günümüz şartlarında da yöre halkının müzik ihtiyacını karşılayan bir çalgı aletidir.”

Eski çağlarda Kaçkar Dağları Etekleri’nde yaşayan insanların kapalı bir coğrafyada yaşadıkları göz önünde bulundurulur ise tulumun kendi yöresinde icat edildiği düşüncesi akıllara geliyor. Fakat tarihte birçok millet, kendisinden ayrı bir kültürde olan başka milletlerle etkileşime girmiştir. Tuluma belki de son şeklini veren milletin Türkler olduğu düşünülebilir.  Ancak kesin bir şekilde bu durumu dile getirmek mümkün değildir.

Ayrıca Türkler arasında küçükbaş hayvancılığın önemini göz ardı etmemek gerekir. Türkler küçükbaş hayvan ismiyle iki ayrı devlet kurmuşlardır (AKKOYUNLU, KARAKOYUNLU). Buradan hareketle tulumun Orta Asya menşeli olma ihtimalide göz önünde bulundurulabilir.

Geçmişte sahil kesiminde yaşayan insanların temel geçim kaynağı, çok az tarım olmakla birlikte genel olarak balıkçılıktı. Oysa Kaçkar Dağlarına doğru yükseldikçe hayvancılığın daha yaygın olduğu ve insanların yegâne geçim kaynağının hayvancılık olduğu görülmektedir. Bu ekonomik sistemin Çamlıhemşin yöresinde, 2010’lu yıllara kadar yoğun bir şekilde devam ettiğini de biliyoruz.

Hal böyle iken insanların hayvanın etinden, sütünden ve nihayet derisinden yararlandığını görmekteyiz. İnsanların bu derilerden; seccade, yağ tulumu, çarık ve kemer gibi ihtiyaçlarını karşıladıklarını görüyoruz. Hayvanın, yani derinin bu kadar çok kullanıldığı bir coğrafyada tulumun da icat edilme olasılığı çok yüksektir. Bu şekilde sosyolojik olarak bakılırsa; günümüzde Karadeniz’de icra edilen tulum, Kaçkar Dağları Etekleri’nde üretilmiştir görüşü ortaya çıkıyor.

Hemşin yöresinde çalınan tulum, ilkel özellikler taşımaktadır. Bu görüş; tulum ustaları ve araştırmacıların genel kanaatidir. Dolayısıyla İskoç gaydası ve tulum arasındaki ilişki şu şekilde kurulabilir: Dünya üzerinde bütün çalgı aletleri bir etkileşim sonucunda ileriye yönelik gelişme göstermişlerdir ve tulum en ilkel halinde olmakla birlikte,  gayda göz önüne alındığında, bizim sazımızın başka milletleri etkilediği görüşü savunulabilir. Yani dünya üzerindeki tuluma benzer sazların atası, yöremizde çalınan ve otantik yapısını bozmamış olan tulumdur diyebiliriz.

Ayrıca 17. yüzyılda yaşamış olan Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde tulumdan şu şekilde bahsetmiştir.

Sazendegan-ı dankiyo düdüğü: Neferat 75, Tırabuzan Lazları peyda etmişdir, bu tokuz delikli kamışdır.

Sazendegan-ı tulum düdüğü: Neferat (---), Urus’da te’lif olup yine Urus ve çobanlar çalar.

Sazendegan-ı yelli düdük: Neferat 62, Rum’da çobanlar te’lifidir. Kamışdan yan yana iki düdüktür.

Evliya Çelebi ilk notunda, tulumun Trabzon Lazları tarafından icat edildiğini, ismininse dankiyo düdüğü olduğunu söylemektedir. 17 yüzyıl göz önüne alınırsa, Rize o dönemde Trabzon’un kapsadığı bir yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Evliya Çelebi, Laz ismini zikrederken muhtemelen Rize’de yaşayan halktan bahsetmiştir. Tulum, bu kısımda tam da Rize’de yani Trabzon çevresindeki yerde icat edilmiştir görüşü ortaya çıkıyor. Ama görüldüğü üzere ilk notta sağlıklı bir çıkarımda bulunmak için yeterli bilgi yoktur. Bir diğer not da; birebir tulum düdüğü kelimesini kullanmıştır. Evliya Çelebiye göre tulum düdüğü, Ruslar tarafından çalınan bir müzik aleti olarak görünüyor; fakat devamında “çobanlar çalar” ibaresini de kullanıyor. Bu açıdan bakılırsa tulumun ilkel bir çoban sazı olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde Gürcistan’da da tuluma benzer bir sazın var olduğu düşünülürse; o dönemde Ruslar ve Hemşin-Laz toplumu arasında, tulum konusunda bir etkileşimin varlığından söz edilebilir. Seyyah Çelebi, üçüncü notunda yelli düdük kelimesini kullanıp yan yana iki kamıştan meydana geldiğini ve özellikle de kamıştan yapıldığını belirtiyor. Elbette günümüzdeki tulumlara bakacak olursak bizde de yan yana iki kamıştan yapılmış

Ayrıca 17. yüzyılda yaşamış olan Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde tulumdan şu şekilde bahsetmiştir.

Sazendegan-ı dankiyo düdüğü: Neferat 75, Tırabuzan Lazları peyda etmişdir, bu tokuz delikli kamışdır.

Sazendegan-ı tulum düdüğü: Neferat (---), Urus’da te’lif olup yine Urus ve çobanlar çalar.

Sazendegan-ı yelli düdük: Neferat 62, Rum’da çobanlar te’lifidir. Kamışdan yan yana iki düdüktür.

Evliya Çelebi ilk notunda, tulumun Trabzon Lazları tarafından icat edildiğini, ismininse dankiyo düdüğü olduğunu söylemektedir. 17 yüzyıl göz önüne alınırsa, Rize o dönemde Trabzon’un kapsadığı bir yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Evliya Çelebi, Laz ismini zikrederken muhtemelen Rize’de yaşayan halktan bahsetmiştir. Tulum, bu kısımda tam da Rize’de yani Trabzon çevresindeki yerde icat edilmiştir görüşü ortaya çıkıyor. Ama görüldüğü üzere ilk notta sağlıklı bir çıkarımda bulunmak için yeterli bilgi yoktur. Bir diğer not da; birebir tulum düdüğü kelimesini kullanmıştır. Evliya Çelebiye göre tulum düdüğü, Ruslar tarafından çalınan bir müzik aleti olarak görünüyor; fakat devamında “çobanlar çalar” ibaresini de kullanıyor. Bu açıdan bakılırsa tulumun ilkel bir çoban sazı olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde Gürcistan’da da tuluma benzer bir sazın var olduğu düşünülürse; o dönemde Ruslar ve Hemşin-Laz toplumu arasında, tulum konusunda bir etkileşimin varlığından söz edilebilir. Seyyah Çelebi, üçüncü notunda yelli düdük kelimesini kullanıp yan yana iki kamıştan meydana geldiğini ve özellikle de kamıştan yapıldığını belirtiyor. Elbette günümüzdeki tulumlara bakacak olursak bizde de yan yana iki kamıştan yapılmış çibun kullanılıyor. Yalnız Evliya Çelebi bu notta yelli düdüğün Rum diyarında çobanların icra ettiğinden de bahsediyor.

Sonuç olarak Evliya Çelebinin notalarına bakılacak olursa tulum düdüğü, dankiyo veya yelli düdük; Rum ve Trabzon’dan başlayıp Rusya dolaylarına kadar icra edilen bir çalgı aletidir. Buradan hareketle tam olarak tulumun ortaya çıkışı hakkında net bir kanıya varmamız için yeterli bilgi ve belge elbette ki yoktur. Çünkü o dönemki siyasi yapının içerisinde Rize ve ilçeleriyle alakalı kapsamlı bir bilgimizin olmayışından, Evliya Çelebi’nin Trabzon, Rum ve Rus’dan bahsederken özellikle hangi illeri kastettiği tam bir kesinlik kazanamamıştır.

Tulum hakkında Gazimihal, bu çalgıyı tulumzurna olarak nitelendirdikten sonra şu görüşü savunmaktadır: Gaydanın tarihiyle ilgili olarak eski metinlerimizde (tulum düdük ve tulum boru) birleşimleri var. Tulum zurna Doğu Karadenizlilerimizde yalnız halde var gibi görünüyor. Sadece  <> kelimesi hiçbir zaman gayda anlamdaşlığında kullanılmamış görünüyor. Tulum veya Tolum her hal ve ihtimalde halis muhlis Türkçedir; zurna ona takılı ses ve perdelik aygıtıdır.

Gazmihal’in yorumundan yola çıkarak tulum kelimesinin Türkçe bir kelime olduğu görüşünü yadsınamamak gerekir; fakat burada tulum kelimesinin Türkçe olması bu sazın; bir Türk sazı olduğunu ispatlayıcı yeterliliğe sahip değildir. Çünkü milletlerin üzerindeki siyasi otoritenin değişmesiyle genelde dil ve kültürlerinde de bir değişme veya etkileşime dayalı bir gelişme görülmektedir.

Buradan hareketle eski tarihlerde hayvancılıkla uğraşan birçok milletin saklama kabı olarak kullanmak üzere keçi, koyun veya buzağı derisini kullandığı biliniyor. Deri, bu işlevi dışında birde tulum olarak kullanılıyor. Tulum Çamlıhemşin-Hemşin kültüründe üretilmiş olsa bile sonradan Türkçe olarak isimlendirilmiş olabilir. Tulum, yoğun olarak icra edilen Çamlıhemşin’de “tulumzurna” şeklinde isimlendirilmemiştir. Sadece “tulum” şeklinde söylenmektedir. 

Sonuç olarak burada amaç; tulumu şu veya bu millete dayandırmak değil, ortaya atılan görüşleri sentezlemek olmalıdır. Yoksa tulum günümüzde Karadeniz Bölgesinde,  yoğun olarak Hemşinliler ve Lazlar arasında icra edilmektedir. Özellikle Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde bu kültür, teknolojinin gelişmesi ve devrin değişmesiyle kısmen erozyona uğramış olsa da, hala yoğun bir şekilde yaşamaya devam etmektedir

Tulum; geleneksel olarak ahşap, kamış, ve deriden oluşmaktadır. Günümüzde teknoloji ve endüstrinin gelişmesiyle farklı materyallerle de üretilmektedir.